Türkiye’deki Yükseköğretimin Evrimi

Plato Aristotle

Üniversite kampüsünde büyümüş ve 13 yıldır üniversitede çalışan birisi olarak bu yazının başlığının ne kadar iddialı olduğunun farkındayım. Ama açıkçası gözlemlerim ve gelecekle ilgili öngörülerim ülkemizde yükseköğretimin bir değişim içinde olduğu yönündedir. Hatta bu değişim devrim niteliğindedir.

Üniversite, çok bildiğimiz şekliyle “universitas” kelimesinden gelen bir ifade olup kişilerin özerk bir ortamda düşünme ve kendilerini geliştirmelerini hedefleyen bir eğitim kurumudur. Özelliği ise temel eğitimi almış kişilerin “yüksek eğitim” almasıdır. Galiba, ülkemizde eğitimle ilgili problem tam olarak burada başlamaktadır; “Temel Eğitim”. Kabul etmek gerekir ki ülkemizde temel eğitim konusunda ciddi bir açık/eksiklik bulunmaktadır. Eminim bu yazıyı okuyan kitlenin %90’ı Anadolu Lisesi, Fen Lisesi ve Üniversite sınavları heyecanıyla İlkokul-Ortaokul-Lise çağlarını koşturmakla/ezberle geçirmiştir. Oysa o çağlar kişinin kendisini tanıyacağı ve hayatına yön vereceği zamanlardır. Ve unutmayın ki birey hayatına yön verirse toplum da yön verir. Ve toplumsal gelişme böyle sağlanır. Ya da en azından benim aklımdaki bir toplumun eğitimi böyle şekillenir. Oysa Türkiye gibi gelişmekte olan 3. Dünya ülkelerinde ise durum çok daha faklı gelişmektedir.

Üçüncü Dünya Ülkeleri

Siyasi ve toplumsal dengesizliğin yaşandığı toplumlarda 10-20 yıllık dönemlerde ciddi değişimler/darbeler yaşanmaktadır. Bu değişimlerin oluşturduğu rahatsızlık aynen suya atılan taş gibidir. Dalgalanma başladı mı sönmesi uzun sürmekte ve su yüzeyinde her zaman dalgalanmalar olmaktadır. Bu dalgalanmalar sonucunda, toplumun içinde gruplar/zümreler oluşması kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlık, mutlaktır ki, kendisini zümrelerde her zaman maddi güç olarak göstermektedir. Ne acıdır ki “globalleşme” kelimesi kendisini sınırları ötesine geçme olarak tanıtsa da aslında siyasi ve politik oyuncuların küreselleşmesi yani artık koca dünyanın bir oyun alanı olması manasına gelir. İşte bu yeni oyun alanı kendini bil(e)meyen toplumlarda 5-10 yıllık dönemlerde engellenemez “eksen kaymalarına” sebep olur.

Lego Dünya İnsanları

Çok sevgili ülkemizde de “bir eksen kayması” 2000’li yıllardan itibaren gerçekleşmektedir. Yanlış anlaşılmasın, bu yazı siyasi bir içerik veya mesaj kaygısı içinde değildir. Sadece 37 yaşındaki bir vatandaşın gözlemlerini ve öngörülerini içermektedir. Eksen kayması diyerek ifade ettiğim kavramlar eğitim, sağlık, demografi, ekonomi ve güvenlik konularıdır. Sosyalizm’in 20.yy’da yaşanıp tecrübe edilmesinden sonra görülmüştür ki insanoğlu merkezi sistemde eşitlikçi demokrasilere daha hazır değil. Muhtemelen uzun çağlar da hazır olmayacak. Bu açıdan bakıldığında temsili demokrasinin geçerliliği sonucu halk ve yöneten zümreler ve aralarındaki ilişkiler her zaman saklı kalacaktır. Peki tüm bunların Türkiye’deki yüksek eğitime etkisi nedir? Cevap aslında çok basit bir zincir ilişkiye dayanmaktadır;

Çocuk yapın + nüfusu arttırın => tüm temel hizmetlerin kapasitesinin arttırılması => kısıtlı kapasite olması halinde “güç” faktörü ile hizmet alma => alışveriş gücünün topuma yerleşmesi => Paran varsa hizmet alırsın yoksa alamazsın => daha fazla alma için daha fazla kazanma => çok kazanmak için ahlaki değerlerin askıya alınması/yok sayılması => Toplum yerine bireyin çıkarının öne çıkması ==>> SÖMÜRÜ ve KOLAYCILIK KÜLTÜRÜNÜN yerleşmesi.

14 YY Dünya Haritası

Bakın bu duruma güzel bir örnek 14yy.’den beri devam eden “sömürgecilik” düzenidir. Adı üzerinde “sömürgecilik”. Bugün Avrupa’da minicik bir ülke olan borç batağındaki Portekiz, denizcileri sayesinde dünya üzerinde farklı ülkelerde etkinliğini sağlamış ve günümüzdeki halini almıştır. Benzer şekilde, İspanya için tüm Güney Amerika kıtası arka bahçedir.

Üniversite Kep Töreni

Peki bunların üniversite ile ne alakası var derseniz, işte cevabım. Türkiye Cumhuriyeti’nde üniversitelerin temeli 1920’lerde Avrupa’ya eğitime gönderilen kişilerce atıldı. Yüzü batıya dönük bir ülke olarak Türkiye üniversite hocalarının yetişmesi için devlet burslarıyla parlak insanlarının batıda eğitim almalarını sağladı ve onlara Türkiye’ye hizmet etme görevi verdi. Bu kutsal bir görevdi. Ülkenin geleceğine katkı vermek yüksek bir onurdur.

Onur Air Uçak

Ama işler 1980’lerden itibaren değişmeye başladı. YÖK kanunu, “benim memurum işini bilir” yaklaşımı, “vatandaşa iki anahtar” vaadi, “bacınız” söylevi, “iman ve  islam” hedefleri ile 2010’lu yıllarda üniversiteler ve üniversite hocalarının etkinliği ve yetkinliği topluma yön vermekten ziyade eğitim sektöründe servis veren işletme ve elemanları olmaktan öteye geçememektedir.

American Diner

Rekabetin sektörel bir davranış olduğunu dikkate alırsak, işletmelerin hayatta kalması için “iş modelleri”ni iyi tanımlamaları gerekmektedir. İş modeli ne derseniz açıklaması kısa ve nettir: değer verdiği öncelikler ve 5-10 yıl sonra nerede olmak istersiniz sorusunun cevabı açıklamadır. 20.yy’da Türkiye’deki üniversiteler kendi çaplarında bilim ve araştırma üzerine iş modellerini uyguladılar ki aslında bu bir toplum yani devlet politikasıydı ve gerçekten de doğru bir düşünceydi. 1990’lardan sonra ise üniversitelerin “iş modeli”, bilim ve araştırma değerleri yerine, öğretim değerini dikkate aldı ve gelir/müşteri arasındaki doğru ilişkiyi temeline yerleştirerek “3 çocuk yapın” emri doğrultusunda ortaya çıkan Milyonüstü mertebesindeki 17-25 yaşlarındaki kitlenin “yükseköğretim” sektöründe yer alması oldu. Evet, doğru artık ülkemizde üniversitelerin “iş modeli” bilim ve araştırma değil “ucuza en iyi eğitim” olmuştur.

Simitçi

Ülkelere yön verecek olan “nitelikli iş gücü” konusunda dertleri olması gereken “öğretim üyeleri” için hedeflerin “kontenjan doldurma” olması aslında bu değişimin acı bir göstergesidir. Ve ne yazıktır ki bu acı sadece “vakıf üniversiteleri” için değil “devlet üniversiteleri” için de geçerlidir. Tüm bunların ötesinde daha da acı olan reçete ki bunun işaret ettiği ilacı içmek durumundayız sosyal davranış kültürü gelişmemiş ülkemizde patron-işçi, üst/ast ilişkileri de olgunlaşmadığı için kısa günün karı adına ciddi sonuçları olan hesaplar masada yatmaktadır.

Hamal

Bu hesaplara örnek vermemi isterseniz size acı bir örneği aktarmak isterim. Kaldı ki bir tarih Riyad’da benim de maruz kaldığım istihdam şekli olarak “yevmiyeli çalışan” kavramı artık üniversitelere taşınmaktadır. Çalışmayı “ne kadar üretirsen o kadar kazanırsın” diye özetlersek, lisans eğitiminin en temel ürünü olan “yükseköğretim sektöründe” üniversite hocasının üretimi proje, makale yerine haftalık ders saati ve öğrenci saati olarak düşünülmeye başlamıştır. Bu hesabın adam.saat olarak ifade edilmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Bana göre adam.saat hesabı maalesef üniversite hocasına yakışmamaktadır. Evet, ders saat ücreti ile dönemlik istihdam modeli bence iyi bir modeldir ama tüm kadroyu adam.saat hesabıyla değerlendirmenin ciddi bir hata olduğu kanaatindeyim.

Kurşun Deliği

Evet bir işveren olarak ücretini verdiğim kişiden maksimum verimi almam gereklidir. Eylül-Haziran arası güz ve bahar dönemi dersleri veren bir kişi yaz okuluna gelmezse ona neden Temmuz-Ağustos maaşı vereyim ki? Sonuçta beni kasamı doldurmuyor :))) Demek ki hoc,a ya yaz okulu verecek ya da benden iki ay maaş almayacak. Maalesef, bu modeli benimseyen “patron”lar olduğunu görüyorum. Hatta bu modeli benimseyen üst yönetimler de bulunmaktadır. Kısa günün karı diyerek alınan bu kararların işletmeyi değil ülkeyi batıracağı gerçeği sanırım görün(e)meyecek kadar önemsiz bir detaydır ülke gündemimizde. Bu durumun devam etmesi halinde sanırım sonuç şimdiden belli.

Aral Denizinde Gemiler

Bu yazı 1633 defa okundu

Ahmet Anıl Dindar
Latest posts by Ahmet Anıl Dindar (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.