Mevlana Müzesi

“Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya göründügün gibi ol…”

Konya ya vardığımız andan itibaren yol kenarlarında gördüğümüz bu cümleler, ilk günki öğle yemeğimizden sonraki durağımız olan Mevlana Müzesi’ nde hayat buldu..

Eskiden dergah olarak kullanılan bu büyülü yapı 1926 yılından itibaren müze haline getirilmiş.

Görkemli kabirler, sandukalar, el yapımı halılar, çeşit çeşit Kuran’-ı Kerimler ve eski dönemlerin tasvir edildiği derviş hücreleri… Onca ayrıntıdan sadece birkaçı…

Detaylar arasında savrulurken bir taraftan da bilet gişesinden aldığımız aletten yayılan tarihe kulak veriyoruz.

Her köşe numaralandırılmış ve incelediğiniz kısmın numarasını alete girerek o konu hakkında bilgi alabiliyorsunuz.

Dışarıda ise büyük bir avlu, içerisine dilek amaçlı paralar atılan bir sebil var…

Avluda da birbirine yakın konumlanmış pek çok türbe var. Biz imkan bulamadık; ama bu ziyaretin Şeb-i Aruz törenlerine denk getirilmesi tavsiye ediliyor.

Müzeyi gezmek için en az 1-1,5 saat ayırmak gerekli. Bahçenin içerisinde hediye alabileceğiniz bir dükkan da mevcut. Ancak biraz ticari kaygılarla olsa gerek Mevlana kültüründen uzak pek çok ürün de ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş. Buradan alışveriş etmek yerine müzenin hemen dışında konumlanmış küçük dükkanları önerebiliriz. Bunlar fiyat olarak da daha makuller.

Alınabilecek en tipik hediyeler ise Mevlana figürleri ve tabii ki Mevlana şekeri.

Bir de küçük hatırlatma yapalım – müzenin kapanış saati geldiğinde kulaklarınızda takılı aletlere yerleştirilmiş alarmlar çalmaya başlıyor ve müthiş bir gürültü kirliliğinin içinde buluyorsunuz kendinizi, mekanın verdiği huzurla tezat. Hiçbir şekilde durdurulamayan bu ses, aletler bilet gişesine teslim edilinceye kadar sürüyor…

Biz de şaşkınlık ve kızgınlık arası bir tepkiyle aletleri bırakıp mekandan ayrılıyoruz…

Bu yazı 54248 defa okundu